Hocanın vaazını dinlemek sanki sonsuz bir boşluğa düşen taşın suya çarpmasını beklemek gibiydi. Cuma namazlarına neden gittiğini bile bilmiyordu aslında. Kıldığı namazların onu cennete götüreceğini düşünmüyordu. Ya da namaz kılmazsa kesin cehenneme gideceği de belli değildi. O zaman bir çıkar amacı gütmeden Cuma namazı kılmaya geliyordu. Bu fikir vicdanını rahatlattı, toplum baskısı ihtimalini düşünmemeye çalışıyordu. Hocaya baktı, hoca hala konuşuyordu.
O kadar sıkıcı konuşuyordu ki, kendi iç sesi daha ilgi çekiciydi. Biraz dinlemeye çalışsa fena olmazdı belki, en azından zamanın daha hızlı geçmesini sağlayabilirdi. “Allah devletimizin ve milletimizin üzerindeki tüm belaları yok etsin. (Amin) Başımızdaki FETÖ derdinden milletimizi kurtarsın! (Amin)” FETÖ’den kurtulmak için Allah’a sığınmak da ayrı garipti. Bundan 5 yıl önce aynı adama hayır duaları eden hoca, şimdi lanetler yağdırıyordu. Bu ülkenin en büyük sorunu, her şeye çok hızlı alışıyor olmasıydı. Hatta o kadar hızlı ayak uyduruyorlardı ki geçmişin üzerine yığılmış olan toz birikintilerini bir nefesle dağıtabileceklerinin bile farkına varmıyorlardı.
Vaaz sonunda bitmişti. Tam da zamanında bitmişti. Yoksa tehlikeli düşüncelere dalmaktan kendini alıkoyamayacaktı. Yılların kazandırdığı alışmışlıkla otomatikleşen dua okuma seansını bir çırpıda hallediverdi. Hiçbir zaman anlamını öğrenmediği duaları okurken hep aklı başka düşüncelere kayıyordu. Kafası bomboş olsa bile, bu sefer de boşluğu düşünüyordu. Kısacası Cuma namazları kendi karanlığına dalmak için yaptığı bir meditasyona benziyordu. Galiba Cuma namazına gittiği için Cehenneme giden ilk Müslüman olacaktı. Belki de başka bir ülkede, başka bir dine mensup olmalıydı. Yine tehlikeli düşünceler…
Namazını normalden daha hızlı bitirmişti, kendini hemen caminin dışına atmıştı. Kafasını kaldırdığında lokma arabası tüm düşüncelerini unutturmuştu. Sanki düşüncelerin hepsini bir paket yapıp camide bırakmıştı. Şimdiyse ödülünü almaya, sıraya girmeye gidiyordu.