Kordonda oturmuş İzmir’in kendisine sunduğu manzarayı izlerken göğsündeki titremeyi yok saymaya çalışıyordu İrem. 20’li yaşlarının başında olması hayat enerjisinin tükenemeyeceği anlamına gelmiyordu. Hayatı boyunca toplumda kendine uygun bir yerler aramakla meşgul oldu. Başka bir yere ait olmaya çalışırken kendisini aramayı unutmuştu.
İrem toplumdan o kadar erken dışlanmıştı ki kendisi gibi davrandığını hatırladığı son anıları çocukluğundan kalmaydı. Çocukluğunda koşmayı hep çok severdi. Arkadaşlarıyla elim sende oynarken hiç kimse onu yakalayamaz ve yine hiç kimse ondan kaçamazdı. İrem arkadaşlarına kıyasla o kadar hızlıydı ki nasıl olsa onu yakalayamayacakları için kimse onu kovalamazdı. Çocukların arasında erkeklerden de hızlı olduğu için “erkek gibi koşuyor” cümlesini sık sık duyuyordu. İrem’in erkek gibi kız olarak anılıyor olması annesini rahatsız etmeye başlayınca, İrem’in ilk kez kendinden taviz vermesi gerekmişti. Artık elim sende oyununu oynamak yerine saklambaç oynuyor. Koşması gereken oyunlarda sıkıcı olduğu gerekçesiyle katılım göstermiyordu.
Ortaokulda okurken ise bacaklarının Roberto Carlos gibi olduğu konuşuluyordu. Normalde kilolu bir bedeni olmadığı halde bacak kaslarının bedenine oranla daha gelişmiş olması İrem’in kalın bacaklı biri olarak algılanmasına sebep olmuştu. Bu eleştiriler de İrem’i lise yıllarında yogaya yöneltmişti. Bacaklarını inceltmek için yaptığı bu tercih onu vegan olmaya doğru ilerletmişti.
Vegan bir genç kadın olarak İrem; ailesinin, akrabalarının, arkadaşların ve hatta hiç tanımadığı insanların bile eleştirisine maruz kaldı. Kurban Bayramlarında bir hayvanın kesilişini izlemediği için inançsız olarak nitelendirildiği bile olmuştu. Sırf Müslümanlığını kanıtlamak için bir sonraki Ramazan ayı boyunca oruç tutmuştu.
Geçmişinde ona bunları yaptıran olayları düşününce toplumdan nefret etmek yerine kendini bu toplumun kabul etmesi gereken biri olmaya zorladığı için pişmanlık duyuyordu. Belki kaybettiği zamanı kabullenip kendini tanımak için yeni bir yolculuğu çıkabilirdi ama yaptığı bazı hataları telafi etmesi sadece zamana bırakarak olmuyordu.
Denizin üzerinde batmak üzere olan güneşin fotoğrafını çekip Instagram hikayesine ekledi. Bir de özlü söz yazıverdi. “Hayat önce sınav yapar sonra ders verir.” Son zamanlarda sosyal medyada kendini paylaşmayı bırakmıştı çünkü arkadaşlarının elmacık kemiği dolgusu yaptırması gerektiği konusundaki ısrarlarına hayır diyememiş ve yine aralarından birinin önerdiği estetisyenden randevu almıştı.
Tedaviden sonra ortaya çıkan görüntü hiç de hayal ettiği gibi olmamıştı. Sokağa çıkabilmesi için bile haftalar geçmesi gerekmişti. Sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da çökmüş durumdaydı. Kaderine lanet ederken “Allah o estetisyenin belasını versin” diyiverdi. Mutsuzluğunu bir şekilde dışarı vurmuştu. Yıllardır kendi karakterini inşa etmek isterken kendi kişiliğine en ufak bir yatırım yapamamıştı. Boktan dolgusu onu belki bir süreliğine mutsuz ederdi ama çözüm üretebileceğine inanır, sakinliğini korurdu. Şimdiyse hayatta en ufak bir şeyi bile başaramamış gibi hissediyordu.
Her zaman olduğu gibi gerginliklerinden uzaklaşmak ve her şeyi unutmak için Instagram’a girmişti. Sayfayı hızlıca aşağı doğru kaydırırken karşısına Estetik Cerrah Türker Üstün‘ün reklamı çıktı. İlk aklına gelen Instagram algoritmasının sadece alışkanlıklarımızı değil sesimizi de takip ettiği olmuştu. Ama merakına yenik düştü ve hesabı incelemeye başladı. Bu sefer önceden yaptığı hatayı yapmayacaktı. İnceleyecebileceği tüm platformlarda bu estetisyen hakkında bilgi topladı. Sonunda elde ettiği bilgiler ışığında, ortaya çıkan kötü görüntüyü düzeltebilecek bir doktor olduğuna inancı güçlendi. Hem yorumların çoğunda müşteriler bu estetisyenin çok ilgili olduğundan, gereksiz hiçbir işlem yapmadığından ve alanında uzman olduğundan bahsetmişlerdi.
Kliniği arayıp randevu alması sadece 5 dakika sürmüştü. Şansına hemen gidip görüşebileceği uygunluk mevcuttu. Kısa bir yürüyüşten sonra kliniğin önüne gelmişti. Kapının zilini çalmadan önce bu yaptığının da toplumun güzellik tanımlarına sığmaya çalışmak olduğunu itiraf etti kendine. Öte yandan özgüvenini tekrar geri kazanmak için elinde bir ihtimal varsa bu şansı kullanmak istiyordu. Zile basarken “hayatın bana dayattıklarını kabullendiğim son şey bu olacak” diyordu. Ama bunu kaçıncıya söylediğini bilemiyordu.
Belki bu sefer hayat ona yeni bir kapı açardı. Umutları yeşermişti. Bu sefer bir şeyler farklı olacaktı. Olmak zorundaydı…