Denizin sonsuzluğa doğru uzanışını incelerken koca dünyada küçücük varlığını sorgulamadan edemedi Barış. Psikoloğun yanından çıktıktan sonra deniz kenarında yalnız başına oturmak istemişti. Eskiden olsa Nihal’in de yanında olmasını isterdi ama son zamanlarda kendi başına kalıp ilişkilerinin nasıl bu hale geldiğine anlam vermeye çalışmayı tercih ediyordu. Sigarasından son bir nefes çektikten sonra “Allah affetsin” diyerek izmariti yere attı. Normalde doğayı kirletmemeye özen gösteren bir insan olarak sigara izmaritini yere atmayı insanlığa yapılabilecek en büyük ihanet olarak düşünürdü. Görünen o ki son birkaç aydır sadece kendi özsaygısını değil dünyaya karşı saygısını da kaybetmişti.

“Ayrılalım” kelimesi ilk kez ağzından fırlayıverdiğinde kendisi bile inanamamıştı. Sanki içgüdüleri bir anda haykırıvermişti – bilincini ele geçirip. Şimdi kıyıya vuran hafif dalgaları izlerken, keşke ilk söylendiğinde her şey bitmiş olsaydı diye düşünmeden edemiyordu. Belki o zaman kendini daha çok suçlar ve zaman içinde kendisiyle barışabilirdi. Aradan geçen aylardan sonra yeniden ayrılık konusu açıldığında artık bu sürede kaybettiklerinin muhasebesini yapmadan edemiyordu.

Halbuki evlenirken ne kadar büyük hayalleri vardı. Nihal’le birlikte keşfedilecek kocaman bir hayat vardı önlerinde. Yeni yerler gezecekler, farklı farklı deneyimleri tecrübe edecekler ve sürekli tükenmekte olduğunu bildikleri zamanı unutulmaz anılarla dolduracaklardı. Ve 50 yıl sonra yıldızları birlikte izlerken ne de güzel bir ömrü birlikte geçirdik diyerek huzurla varoluşlarının tadını çıkaracaklardı. Şimdiyse Barış’ın tek görebildiği tükenmekte olan zamandı…

Sonbahar’ın hafif rüzgarı içini ürpertirken mavi gökyüzünde tek tük süzülen bulutlara doğru kaydı gözleri. Yıllardır Nihal’in olmadığı bir hayatı hiç düşünmemişti. “Bir gün Nihal beni terk ederse, beni ambulansla eve götürmeniz gerekir.” diyen Barış, bugünkü Barış değildi kesinlikle. Ama düşüncelerini asıl meşgul eden soru, “Acaba Nihal hep aynı Nihal’di de ben mi beni rahatsız edecek şeyleri göremiyordum?”

“Aşk”

Ne kadar da garip bir kavram. İnsan aşık olduğunda dünyada her şey aşkın varlığına hizmet ediyordu. O duyguyu yaşamaya devam etmek, daha da ötesine gidebilmek için her şeyi yapmaya hazır oluyordu. Bir çeşit uyuşturucuydu aslında. Hep devam etmesini istiyor insan. Hatta daha da yoğun şekilde hissetmeyi. Bu arada sorumluluklarını yerine getirmemesi önemsiz bir detay oluyor. Belki aşk biter tezinin ortaya çıkmasını ve gerçekten de bittiğinin kanıtlarının olmasının sebebi buydu. Daha fazlasını isterken hayat buna izin vermiyor. Eksiklik, yoksunluğa dönüşüyor; yoksunluk da o duyguyu farklı yerlerde aramaya…

Yaşadıkları aşk dolu günleri düşünmeden edemiyordu Barış. Resmen aşk sarhoşu olmanın ne demek olduğu anlatabilirdi. Aşkın tanımıyla ilgili yazılar okuduğunda Nihal’le yaşadığı aşkı herhangi bir tanıma konumlandırabiliyordu. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu, küçük küçük çılgınlıklar yapıyordu, anlamsız zamanlarda romantizm dolu bir fikirle ortaya çıkıyordu, hataları değil güzellikleri görüyordu, karşılık beklemeden hep bir şeyler sunmaya odaklıydı. Karşılık beklemeden duygularını sunmaya o kadar çok kaptırmıştı ki kendini, gerçekten karşılığında ne aldığına bile bakmamıştı hiç. Bir gün Nihal’in duygularını karşılıksız sunmadığı düşüncesiyle o kadar sarsılmıştı ki ilişkilerini ne kadar yanlış şekilde inşa ettiklerini fark etmişti.

“Nasıl oldu da benim gibi gerçekçi bir insan, ufukta görünen gerçekleri yoksaydı?” sigara paketine uzanırken hala gökyüzüne bakıyordu. Dışarıdan sanki ilahi bir cevap bekliyormuş gibi göründüğüne emindi. Belki de ilahi bir cevap geliverir ve karar verme sorumluluğundan bir anda kurtulurdu. Etrafında martıların ciyaklamalarından başka mesaj vermeye çalışan herhangi bir unsur yoktu.

Sigarasından ilk çektiği dumanı üflerken sorusunun cevabının kendi içinde gizli olduğu fark etti. Her zaman mantığıyla ve gerçekçi bakış açısıyla hareket eden biri olarak aşkın ona düşündürdüklerini de mantığının ortaya çıkardığı yanılgısına kapılmıştı. Nihal onun için hep mantıklı bir hayat arkadaşı olarak görünürken, aslında Nihal’in sadece iyi yönlerini görüp, kendi iyi yönleriyle eşlemişti. Sanki hayatta hiç ikisinin de çekilmez tarafları artık ortaya çıkmayacakmış gibi düşünmüştü. -Şimdi bu düşüncelerine tekrar döndüğünde aptal bir çocuk görüyordu karşısında.- Hayatlarını birleştirdiklerinde birbirlerinin kötü taraflarını keşfetmeye başlamalarıyla önce şok dalgası, sonra da araya giren mesafeler kaçınılmaz olmuştu.

Bugün baktığında ne kadar da zıt karakterler olduklarını göremeden edemiyordu. Nihal tez canlı, çok konuşkan, sosyal ve paylaşmayı seven biriydi. Öte yandan Barış ise fazlasıyla sakin, çoğu zaman dinleyen (bazı zamanlarda da hayaller alemine dalan), içine kapanık ve kendine zaman ayırmaya muhtaç biriydi. Zaman içinde bu karakterlerinin birbirini nasıl etkilediğine şahit olmuştu. Nihal talep eden ve beklentilerine cevap alamadıkça agresifleşen bir eş olmuş, Barış da sürekli bir koşuşturmacanın içinde nereye gitmesi gerektiğine karar veremeyen, kendisinden beklenen şeylerden sıkılan ve en ufak tartışmalardan bile kaçan. Bu durum ikisinin de hem sosyal hem de profesyonel hayatlarında başarısız ve mutsuz olmalarıyle sonuçlanmıştı.

Hafif hafif kıyıya çarpan dalgaların derinlerine bir süre sonra gözlerinde canlanan evlerinin salonundaki ilk tartışmaları yansımaya başlamıştı. Salondaki ortamı çok net hatırlıyor olsa da ne hakkında tartıştıkları hayal meyalcanlanıyordu Barış’ın zihninde.

– Barış ve Nihal birbirlerine dertlerini anlatmaya çalışıyor, ikisi de farklı düşüncelere sahipler ve dertlerini anlatmak için sürekli boşluğa düşen kelimeler sarfediyorlar. Her ne kadar birbirleriyle orta noktada buluşamasalar da bedenlerindeki sarılıp barışma içgüdüleri birazdan sorunları bir kenara bırakıp sevgi dolu zamanlarına geri dönmelerini sağlacak. İkisi de birbirlerine gösterecekleri sevgiden memnun olurken, tam anlamıyla çözülememiş sorunlarla uyuyacak olmalarını kabullenmekte güçlük çekiyorlar. Nihal ısrarla derdini anlatıyor, Barış sabırla dinliyor. Acaba ne zaman cevaplamak için fırsat bulacağım diye beklerken cevaplaması gereken konuların sayısı her an artmaya devam ediyor. Bir yerden sonra artık bazı konular aklından uçup gittiği için Barış dayanamıyor ve araya girip bir cevap veriyor. Ve zoru başararak Nihal’i çileden çıkaracak olan cümleler dilinden dökülüyor. – Belki de ne derse desin sonuç aynı olacaktı.- Nihal öfke püskürürken Barış, yanlış anlaşılmanın verdiği duygu karmaşası içinde hem mahçup oluyor, hem de yükselen tansiyonuna hakim olmaya çalışıyor. Nihal’in kalbini kırdığını görerek özür diliyor ve ortaya çıkan sorunun bir daha karşılarına çıkmaması için kendine ders çıkarıyor. “Bu sorunların ortaya çıkmasına engel olursak böyle saçma şekillerde tartışmayız.” ilüzyonuyla o anda Nihal’in haklı olduğunu kabulleniyor ve dakikalardır beklediği o ana kendini bırakıyor. Nihal’i kollarının arasına alıp, narin bedenini kendisininkine yaslıyor. İşte huzurlu bir an… –

Derin bir iç geçirdi Barış. Eskiden o barışma içgüdüsünün yerini, kendini savunma ihtiyacının almış olduğunu görebiliyordu. Sadece ve sadece Nihal’in kalbini kırdığı için geri adım attığı zamanlardaki yaklaşımları yerini kendi fikirlerini savunmaya bırakmıştı. Nihal’in gönlünü alırken, bunun ilişkilerinde normalleştiğini ve beklenti olduğunu farkettiği anda artık çok geç olmuştu. Artık Barış tartışmalarda alttan almadığında, sakin kalamadığında bu hareketler Nihal için karşısında duran adamın değiştiğini hatta kendisini sevmediğini/değer vermediğini düşünmesine sebep olmuştu. Sevgi dolu yaklaşımları olan kişinin artık sevmekten önce kendi derdini anlatan kişi olduğunu görüyordu. Nihal’in aşık olduğu adamdan farklı görünüyordu o Barış. Nihal için yıkıcı tepkilerinden dolayı Barış’ı suçlamak çok kolayken, Barış ise aynı şeyi yapmak için kendisini bile ikna edemiyordu. Her ne kadar bugün tepkilerindeki değişimden Nihal sorumlu olsa da olayların buraya gelmesinde ikisi birlikte başrolü oynamışlardı. Barış için herkes davranışlarını kontrol edebilirdi. Kendi davranışlarından dolayı başkasını suçlamak haksızlıktı. Birinin ağzının ortasına sıçtıktan sonra bana bunu yaptıran senin tepkilerin/söylediklerin demek sadece kendi davranışlarından dolayı suçlayacak birini aramak gibi görünüyordu.

Yaşadıkları tartışmalar, karşılaştıkları sorunlar gün geçtikçe daha sık hale gelmişti ama normalleşmemişti. Her tartışma Barış için daha da yıpratıcı hale geliyordu. Artık tartışmalarda, konu nasıl o hale geldi, farkında bile olmadan gergin bir şekilde uzayıp giden tartışmaların içinde nerelerde kayboldu veya Nihal’in gönlünü nasıl alabileceği gibi soruların yanına daha derin ve cevaplanması zor olanlar da eklenmişti.

“Ben bu tepkileri hakediyor muyum?”

“Benimle hayatımda kimse böyle azarlarcasına iletişim kurmamıştı. Buna sebep olacak ne yapmış olabilirim?”

“Ben bu şekilde iletişim kuran biri miyim? Neden bana beni anlatırken bambaşka biriymişim gibi görünüyor?”

“Neden her söylediğimi yanlış anlıyor ve semimiyetime güvenmiyor?”

Sorular uzayıp gidiyordu ama cevaplar gün geçtikçe bulanıklaşıyordu. Artık tartışmalar ortaya çıkmasın diye bazı konularda düşüncelerini sesli şekilde dile getirmekten çekiniyordu. Tartışıp Nihal’in yükselen sesiyle kendisini ezip geçmesine şahit olmaktansa sessiz sedasız istemediği bir şeyi yapabilirdi ya da istediği küçük bir şeyden vazgeçebilirdi. Sessiz kaldı, vazgeçti, mutsuz oldu ve mutsuz etti…

“Allah affetsin.” sigara izmariti tam da kanalizasyon deliğine girmişti. İçi biraz daha rahatlamıştı. İzmarit sokağın ortasında olmayınca daha bir huzurlu olmuştu.

Aradan geçen zamanda değişen tepkilerini düşününce Barış’ın içine hüzün doldu. Bunu son zamanlarda çokça yaşıyordu. 1 yıl gibi kısa bir sürede nasıl da tahammülsüz bir insana dönüşmüştü. Tansiyonunu kontrol edememe duygusuyla tanışmış ve belki de ilk defa öfke kontrolü yapmaya çalışan biri olmuştu. O Nihal’in daha kontrollü ve her şeyi hoşgörüyle karşılayan biri olmasına yardım edeceğine inanırken; kendisi bir anda sesini yükselten, sinirini bozan şeylere tepkileri hiç gecikmeyen birine dönüşmüştü. Hatta insanlar hakkında emin olmasa da keskin yorumlar bile yapıyordu. (Sözde o Nihal’in bazı olayları daha objektif bir açıdan görüp keskin yorumlar yapmak yerine “o da öyle biri demek ki.” demesine yardımcı olacaktı.) Şimdi geri dönüp baktığında bunun kaçınılmaz olduğunu görebiliyordu. Nihal’in karakterinin daha baskın olduğunu görmemek için kör olmak gerekirdi. -Aşk o gözleri kör etmeye yetiyordu anlaşılan.- Baskın karakter olarak, o Barış’ın karakteristik özelliklerinin silikleşmesine neden olmuştu. Belki de böyle olacağını öngörse ilk üzülecek kişi Nihal olurdu. Şimdiyse karşısındaki kişiyi tanımayadığını söylerken, Barış’ın bu hale nasıl geldiğine şaşkın görünüyordu.

“Salak Hilmi! Onda zaten girişimci kafası yok. Yolunu bulduğu kadarıyla mutlu işte.” Sırf Nihal’e karşı Hilmi’yi savunuyormuş gibi görünmemek için ettiği cümleler kulaklarında yankılandı. İlk başta Hilmi’nin de kendi sebepleri olabilir bu şekilde davranmak için demesiyle birlikte Nihal’in olumsuz duyguları ve tepkileri Hilmi’nin üzerinden Barış’a kaymıştı. “Bana neden onu savunuyorsun?” Bu cevabı almamak için Hilmi’ye sallamayı tercih etmeye başlamıştı. Sonrasında ise dile getirdiği şeylere kendisi de inanmaya başladı. Bu tür bir iletişimin ne kadar tehlikeli olabileceğini görmüştü ama bir şey yapmamayı tercih etti. Doğru zamanda doğru şeyleri yapmış olsaydı belki de daha kaliteli iletişim kurabilirlerdi. Ama hala sorunları kendinde arıyordu. Nihal, Barış’a bunu aşılamıştı resmen…

Evlilik terapisine gitmeden önce tüm tanıdıkları, sorunlarının ne kadar küçük olduğunu ve uğraşınca çözülecek şeyler olduğunu söylüyordu. Barış ise sorunlardan çok karakterlerini görüyordu. Sorunları çözmekle karakterlerini birbirlerine uydurmak çok farklı şeylerdi. Karşısındaki kişinin karakter olarak ne kadar baskın olduğunu ve konuşmacı olarak becerilerini gördükçe, sorunları çözmek için atılacak adımlarda kendi karakterinden eksile eksile devam edeceği gerçeğini görmeden edemiyordu. Zaten bir süredir haksızlığa uğradığını, kendini ifade etmesine izin vermeyen bir ilişkinin içinde sıkıştığını düşünürken sorunları çözmek demek kendine ait özelliklerin bir kısmından daha vazgeçmek zorunda kalmak anlamına geliyordu onun için.

Yaşadıkları ilişkinin hatıraları zihninin derinlerin hızla gezerken, Barış’ın içi daha da sıkılıyordu. Daha hatırlayamadığı, kendine itiraf edemediği, dile getirmeye utandığı o kadar çok sorun vardı ki o hatırları gün yüzüne çıkarmaktansa hepsinden bir anda kurtulmayı diliyordu. Gelecekte kendini gerçekleştirmeyi ıskalamış, bundan dolayı pişman biri olmaktansa yalnız başına yaşlanmış; geride kalan hayatını özgürce ve kendi kararlarıyla yaşamış biri olmayı tercih ediyordu bu tür zamanlarda. Evlenince özgürleşeceğinin, kendini bulacağının ve varoluşunu değerli hale getireceğinin hayalini kurarken, bugün bu hayalleri gerçekleştirmek bir yana aylardır huzurlu bir şekilde yastığa başını koyamamış biri olarak yaşıyordu. Özgür olmaktan çok uzak hissettiği gibi, o zamana kadar yarattığı kimliğini de kaybetmişti. Tek umudu etrafındakiler tarafından anlaşılmış biri olarak karar verebildiği anın gelmesiydi. Karar verme becerisi sonradan kazandığı bir özellik olsa da kararsızlık şimdi ona çok yabancı geliyordu.

“Selamın Aleyküm kardeşim. Şuradan olta atacağım, sorun olmaz değil mi?”

Yanında bir anda beliren yabancı adam Barış’ın cevabını beklemeden sandalyesini açmaya başlamıştı bile.

“Yok. Sorun olmaz. Zaten ben de kalkıyordum… Rastgele.”

“Eyvallah.”

Yavaş yavaş ayağa kalkarken, uyuşmuş bacaklarının kendine gelmesi izin biraz zaman verdi. Kaslarının açılmasını beklerken bir sigara daha yaktı. Nerede, ne kadar süre oturacağıma bile karar veremiyorum diye düşünürken hafif adımlarla balıkçıdan uzaklaştı. Belki de bu konuyu gereksiz yere kişisel algıladığını düşündü. Evlilik sonrasında ortaya çıkan ve anlam veremediği özelliklerinden birisi de buydu. Bazı konularda hassaslaşmıştı ve kişisel algılamadan edemiyordu.

Tekrar bu düşüncelerden uzaklaşmaya zorladı kendi ve sonraki terapi seansına kadar hayatın ona neler getireceğine bıraktı karar verme sorumluluğunu. Telefonunu çıkarıp yakınlarda kullanıma hazır bir Martı var mı diye bakarken, aklının ucunda yine bir kararsızlık ortaya çıktı. Eve kadar yürüyüp biraz daha fazla yalnız zaman geçirmek veya bacaklarına ızdırap olmadan hızlı ve kolay bir şekilde eve gitmek. Hangisini istediğine emin olmadan en yakındaki Martı’ya doğru yürüdü.

“Bırakalım yine hayat bizim adımıza karar versin.”