İlk defa yurt dışına çıkacak olmanın verdiği heyecanı yaşıyordu Ahmet. Bavullarını toplarken eksiklerini kontrol ediyor, unuttuğu herhangi bir şey kalmadığını defalarca teyit ediyordu. Bu 15 günlük seyahatinde geride önemli bir eşyasını bırakması, isteyeceği son şey olurdu. Tek başına bu yolculuğa çıkmanın ne kadar doğru bir karar olduğu konusunda emin değildi. Sonuçta internet sitelerinde ve sosyal medyada okuduğu yazılarda önerilen bütçeden biraz az parası vardı. Olur da düşük bütçesi yüzünde rezillikler yaşarsa, bunları yanında bir arkadaşıyla tecrübe etmek daha keyifli anılara dönüşebilirdi.

Annesinin okuduğu duaların ardından, öpücüğünü de aldığında tam olarak yola koyulmaya hazır olacaktı. Annesine hayranlıkla bakıyordu. Yıllar boyunca sınırlı imkanlara rağmen, oğlunun iyi bir eğitim alması için var gücüyle çabalamış bir anneydi Fatma. O da biliyordu; çocuğunun yanında biraz az para olduğunu. Keşke imkanı olsaydı da ona daha fazla destek olabilseydi ama yapabilecekleri en fazla bu kadardı. Endişeliydi ama Ahmet’in hayallerini yaşamasını istiyordu. Kendisinin yaşayamadığı hayalleri…

Yol boyunca vücudunu sarsacak kadar güçlü atan kalbinin etkisi eşliğinde hayaller kurdu Ahmet. Önce Almanya’ya, oradan da Hollanda’ya gidecekti. Ondan sonrasının planını yapmamıştı. Parası nereye yeterse oraya gidecek, mutlu olduğu yerlerde bulunacaktı. Hollanda’nın meşhur kekini yemeden de dönülmezdi tabi.

Sonunda havaalanına gelmişti. Daha 2 uzun saat vardı uçağın kalkmasına. Böyle zamanlarda ne kadar da zordu zaman öldürmek… Otobüs terminallerine kıyasla çok daha rahat olan koltuklara oturup tekrar hayallere dalmadan önce check-in yaptırdı. Yanında sadece sırt çantası vardı, kimseyle iletişim kurmadan planını kendi başına gözden geçirmek istiyordu. Şansına uçak pistini gören cam kenarında hiç boşluk yoktu. Büfenin yanındaki koltuklardan birine oturdu, yüzünde salak bir gülümseme vardı.

Camdan uzakta kalmış olsa da uçakların inişini ve kalkışını izlerken, bir yolunu bulup keşke Avrupa’da bir yerlere yerleşme imkanı yakalasa diye iç geçirdi. Herhangi bir yer olabilirdi. Tek isteği huzurlu bir hayat yaşamaktı. Bunun artık Türkiye’de olamayacağına emin olmak ne kadar da umut kırıcıydı. Daha biraz önce güvenlik kontrolünden geçerken bile tedirgin olmuştu. Neyse ki havaalanlarındaki standartlar uluslararası düzeye en yakın olanlardı.

Uçağın kalkmasına yarım saat kala tekrar aklına önerilenden daha az parası olduğu gelmişti. Bu durumu sorun etmese de sürekli kafasını kurcalıyordu. Dertli dertli düşünürken, kulağına derinlerden bir çınlama sesi geldi. Sanki sonsuzluktan gelip beynini deliyormuş gibi hissettiren bu sesi şiddetli bir patlama takip etti. Kafasını delip geçen kurşunun etkisiyle bedeni oturduğu yerden ayrılıp, karşısındaki büfenin tezgahına çarpmıştı. Etraftaki çığlıklar çok uzaktan geliyordu, birkaç saniye sonra gözlerini araladığında sesler beynini kemiriyor, gözlerindeki buğunun ardından gördükleri bir savaş manzarasına benziyordu. Bedenindeki tüm güç yavaş yavaş çekilirken tekrar gözleri kapanmaya başlamıştı. Kapanan gözlerinden yaşlar süzülürken son gücüyle tüm nefreti ve hayal kırıklıkları kelimeler halinde bir fısıltıyla bedenini terk etti. “Orospu çocukları”…