– Olum sen de boşan artık yaa. Hem senin kredisini ödediğin arabaya eski karın neden biniyor? Sen bin işte.
– Bro o işler öyle olmuyor. Mahkeme ortak mal olarak kabul ediyor ve kimde kaldıysa boşanma tamamlanana kadar o kişi kullanmaya devam ediyor. Parasını kimin verdiği önemli değil yani.
– Çok saçma yaaa.
Önder’e girişimcilik fikirlerimi konuşmak istediğimi söylediğimde içinde bulunmayı beklediğim ortam hiç de bu değildi. Ben iş geliştireceğiz diye beklerken, sarhoşların boş yaptığı bir ortama düşmüştüm. Benim zamanım değerli dememe rağmen Önder’in beni anladığını sanmıyordum. İnanılmaz bir pazarlamacı olarak anlattığı adam boşanmaya çalışan boş vermiş birine benziyordu. Önder’in kardeşi Berkay ise son 10 dakikadır salonun ortasında dans ediyordu. Bu adamlar benim markamı büyütmeme nasıl yardımcı olacakları hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
+ Abi burada marka hakkında konuşmaya geldik. Yarım saat Empatioart nedir, amacı nedir bana anlattırdınız. Sonra boş yapmaya başladık. Projelerinizi gördüm ama onları 5-6 saatte ortaya çıkardığınıza inanamıyorum şu anda.
Olcay: Dostum, endişelenecek bir şey yok. Biz senden markanın hikayesini dinledik, birlikte hedef kitleyi belirledik, hedef kitlenin dertleri neler onu konuştuk. Geriye markanın nasıl bir karakteri olacak ona karar verip bir strateji belirlemek kaldı. E onlar da hemen olan şeyler değil. Bilgileri topladıktan sonra konudan tamamen uzaklaşıp fikirleri demlenmeye bırakmak gerek bazen.
Berkay: Giray, bak abi çok iyi bir fikrin var. Baktığımız zaman Türkiye’de bu ürünü satabileceğimiz en az 5 milyon insan var. Bu 5 milyon insana tabiki de hemen ulaşmayacağız. Öncelikle markayı ve ürünlerini sahiplenecek olan insanları mutlu edeceğiz. Bu arada inanılmaz etkinlikler yapıyor olacağız.
Olcay: Aynen tek yapmamız gereken bir topluluk oluşturmak ve sermayeyi arttırmak. Sonrasında zaten yarattığımız markaya gelmeye başlayacak insanlar. Sadece dijitali değil, aynı zamanda ağızdan ağıza pazarlamayı da kullanacağız. Çünkü zaten öyle bir marka olacak Empatioart. Tek ihtiyacımız olan şey bir ekip oluşturmak.
Önder: Orası kolay. İhtiyacımız olan tüm pozisyonlara 3-4 alternatifimiz var şu anda. Görsel de tasarlarız, metin de yazarız. Web sitesini de Kayra yapar.
+ Web sitesi var zaten.
Önder: O site fıs. Çok daha iyisini yaptırabiliriz.
Adamları nasıl konuşturacağımı ilerleyen saatlerde öğrenmiştim. Ya da onlar sadece ne zaman isterlerse o zaman marka hakkında konuşuyorlardı. Hala emin değilim…
demlenmesi yaklaşımı da çok mantıklı gelmişti. Yine de bu demlenme süresinin ne kadar olduğunu hiçbir zaman anlamadım açıkçası. Birlikte oturduğumuz süre içinde markanın operasyonları hakkında somut bir şey ortaya çıkmamıştı. Zaten hiç de bir şey çıkaracaklarmış gibi görünmüyorlardı.
Olcay: Kadınlar çok garip varlıklar ya. Sanki potansiyellerini küçük detaylarda boşa harcıyorlar gibi. Bu arada bizi de fazlasıyla yoruyorlar.
Önder: Kadınlar güzel varlıklar ya. Çok fazla güzel kadın var etrafta. Detaycı olmaları onların laneti ama. Olan bitenin daha fazla farkındalar ama aşırı düşünüyorlar. Tüm detayları düşünmekten karar veremiyorlar.
Olcay: Evet abi. Kararsızlık insana hayatta en çok zaman kaybettiren şey olabilir.
Berkay: Bir de evlenmek.
Bu espriye hep birlikte çok güldük.
Olcay: Arkadaşlar aşk nedir? Sizin için neyi ifade ediyor?
Önder: Olum evlendin, boşanıyorsun hala aşk diyorsun. Bırak bu duygusal mevzuları ya. Daha yapacak çok işimiz var. Her an aşık olacaksın korkusuyla yaşıyorum burada valla.
Berkay: Abi sal bir adamı ya. Belki aşık olunca daha da iyi fikirlerle ortaya çıkacak.
Giray: Biz şimdi neden aşkı sorguluyoruz? Konudan saptık yine. Aşkı sorgulamanın bize bir faydası yok şu anda.
Olcay: Anlam veremediğin şeylerin üzerine düşünmek ve bir tanım getirmeye çalışmak kafa açmanın en güzel yoludur dostum. Hem pazarlama hayatta her şeyi kapsar. Her şeyin arasında bir bağ kurabiliriz pazarlama konuşurken.
Önder: Aynen. Pazarlama hayatın her yerinde. Ve her şey pazarlanabilir. Yeter ki bir kitle ve de ürün olsun. Her şeyi pazarlayabiliriz. Bro gerçekten herhangi bir şeyi pazarlayabiliriz (Olcay’a dönerek konuşmuştu.)
Olcay: Evet zaten her şey pazarlamayla ilgili. (Cümlesini bitirdikten sonra bana döndü) Kim söylemiş bilmiyorum ama ünlü bir pazarlamacı şunu söylemiş. “Tarihin en popüler logosu haçtır, en popüler markası da Hristiyanlıktır. Yani pazarlama tarih boyunca vardı. Ve her zaman da olacak.
Tanrı’ya inanan insanlar açısında biraz ofansif bir alıntı yapmıştı doğrusu. Ben de kendimi kötü hissetmiştim bu yorumu duyunca. Öte yandan kafayı pazarlamayla bozmuş bir adam olduğu kesindi. İnancının ne olduğu önemli değildi. Verdiği örnekle merakımı cezbetmiş olmakla birlikte beklentimi de yükseltmişti.
Bazı aralıklarda o kadar hızlı konuşuyorlardı ki ne hakkında konuştuklarını bile anlamıyordum. Kendi markamın ismini duymasam başka konulardan bahsediyorlar sanırdım. Remarketing, SEO, data analizi gibi kelimelerin arasında kaybolmuştum. Öte yandan yerel pazarlama konularında aklıma hiç gelmeyen fikirleri sıradan şeylermiş gibi konuşuyorlardı. Bir şeyleri ince ince dokuyor gibi görünseler de laptopta açık olan Word dokümanında tek bir kelime bile yoktu. Önder bir gecede markanı uçuracak stratejiyi oluşturacağız derken bana kendilerini satmıştı diye içimden geçiriyordum. Daha fazla oyalanmadan eve gitmeye karar verdim.
“Benim için artık eve dönme vakti geldi.”
Tam olarak tatmin olmuş sayılmazdım o geceden. Çünkü Önder beklentimi çok yükseltmişti. Yeni fikirleri konuşmayı seven, kafa açan adamlardı. Aslında düşününce bir gecede tüm stratejiyi çözmek biraz ütopik bir yaklaşımdı. Ama heveslenmiştim bir kere. Artık eve dönüp bugün konuşulan konuların üzerine düşünebilirdim. Çok yoruldum ama üzerine konuştuğumuz konuları aklımdan çıkaramıyordum. Ortamdaki insanlara baktığımda sanki milyonlarca lira kazanma ihtimalimizi görmüyorlarmış gibi davranıyorlardı. Bunu anlamakta zorluk çekiyordum. Halbuki hedeflerimize ulaştığımızda kazanılabilecek paraları konuştuk. Ne kadar para kazanıldığını umursamıyorlar. Tek ilgilendikleri şey markanın ne kadar büyük olacağı. Artık bu konuyu daha sonra değerlendiririm. Burada bulundukça içim içime sığmıyor. Bir yandan da bu adamların kafasının rahatlığı beni köşeye sıkışmış hissettiriyor.
Giray: Ben artık kalkayım. Sabah erken uyanacağım.
Berkay: Ben seni geçireyim. Sen bana bir mail adresini ver istersen. Şimdi sen gittikten sonra bir dosya hazırlamaları için darlarım ben onları. Sonra seninle paslaşırız.
Diğer ikisine de aynı anda “Görüşürüz” dedikten sonra evden çıktım. Düşünceler bir türlü dağılmıyordu kafamdan. Artık hedef kitleyi, markanın karakterini de düşünüyordum. Yeterince detay yokmuş gibi bir de bunlar eklenmişti planlarımın içine. Nasıl olacak diye kafamda dolandırıp duruyordum her şeyi.Gerçekten ertesi gün bir doküman gönderecekler mi diye beklemeye karar verdim. Yola birlikte devam edip etmeyeceğimize sonra bakacaktım.
Ertesi gün uyandığımda yeni güne adapte olmak zor oldu. Gece uyumakta da güçlük çekmiştim. Az uykunun verdiği bir ağırlık vardı vücudumda. Gözlerimden biri hala kapalı halde Instagram’a bir göz atmak için telefonu elime aldığımda Berkay’dan gelen mesajları gördüm. Bir link göndermişti. Mesajın saati 04:27’ydi.
Linke tıkladığımda beni Google Drive’a yönlendirdi. Gerçekten de bir strateji dosyası hazırlamışlardı. Detayları görünce gözlerime inanamadım. Yanımdayken tek kelime bile yazmamışlardı. Sabah olduğunda tüm detayları planlanmış bir pazarlama dosyası göndermişlerdi bana. Markanın renklerinin neler olacağı, hangi kitleye nasıl ulaşacağı, hatta ürünler hakkında küçük geliştirme fikirleri. Yine üzerine konuştuğumuz şeyler vardı aslında ama yol haritasındaki tüm boşluklar tamamlanmış bir şekilde karşımda duruyordu. Ve bunu yapmak için benden para bile istememişlerdi.
Artık yerimde saymak için bir sebebim kalmadı. Hemen harekete geçebilirim. Telefonu elime alıp babamı aradım.
“Baba hadi kalk, Empatioart’ın marka tescilini yapmaya gidiyoruz!”