Bulaşıkları makineye yerleştirirken çatal, kaşık ve bıçakların hepsi ayrı bölmelere koymaya özen gösteriyordu. Hepsini ayrı ayrı yerleştirmek hakkında toplumda çeşitli söylentiler olmasına rağmen hiçbir zaman hangisinin gerçek olduğunu öğrenmeye çalışmamıştı. Hepsini ayrı ayrı yerleştirip, yıkandıktan sonra kolayca yerlerine dizmek mi; yoksa tüm çatal ve kaşıkları birlikte yerleştirip kaşıkların aralarında boşluk kaldığından emin olmak mı? (Böylece içine su girecek ve hepsi temizlenecekti.) Zaten Hümeyra da şu an hangi bilginin doğru olduğunu umursamıyordu. Sadece mutfakta olabildiğince uzun süre oyalanmaya çalışıyordu. Böylece evde oturmaktan sıkılmış ve saracak yer arayan kocasından biraz daha uzak durabilirdi.
“Hümeyra! Bi çay yap da içelim. Her akşam da benim söylememi bekliyorsun. Valla ben olmasam mal mal oturursun sen ölene kadar. Kendi başına bir şey yapmayı bilmiyorsun. Dua et ben varım haa.” (konuşması uzadıkça sesi alçalmış, bir süre sonra kendi kendine konuşmaya başlamıştı.) Ama Hümeyra tüm söylediklerini çok net duymuştu. Bu adamla nasıl evlendiğine bir türlü anlam veremiyordu. Nasıl olmuştu da kendisini hizmetçi gibi kullanan, sürekli aşağılayarak konuşan, hiçbir zaman ona saygısı olmayan bir adamla evlenmişti? Kocasına cevap vermeden çay suyunu ocağa koyup, kaldığı yerden bulaşıkları yerleştirmeye devam etti.
Hayat virüs yayılmadan önce de böyle miydi acaba? Harbi ne kadar zaman olmuştu? Aylardır evden çıkamıyorlardı. Sadece haftada bir gün gıda ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkabiliyordu insanlar. O insan da tabi ki evde keyfine göre karar veren tek kişi oluyordu. Nasıl da ilk başta kimse umursamadan geziyordu sokaklarda. Herkes “bana bir şey olmaz” diyordu. Hümeyra olayın ciddiyeti ablası hastalandığında anlamıştı. En yakınındaki insanlardan biriydi ablası ve tam da söylendiği gibi 18 gün sonra daha fazla mücadele edememiş ve hastalığa yenik düşmüştü. Dünyanın en acı şeyi ablasının yüzünü bile göremeden ona veda etmek olduğunu sanıyordu ama onunla da kalmadı. Eniştesi, annesi ve abisini de Corona virüs nedeniyle toprağa verdi. İlk başta önemsemediği, adını bile söyleyemiyoruz diye dalga geçtiği virüs şimdi milyonlara bulaşmış, herkesi evlerine hapsetmişti.
“Hümeyra! Çayı koydun mu kııız?” Kocasının sesiyle irkilerek kendine geldi. “koydum koydum…” Sesi güçsüz ve bezgindi. Son zamanlarda sesi hep böyle çıkıyordu. Kocasına da garip gelmiyor, bundan sonra herhalde böyle yaşayacak diye düşünüyordu. Zaten o kadar güç şartlarda yaşıyorlardı ki, herkes ancak hayatta kalacak kadar yemek yiyebiliyordu. Bu adamın bir domuzdan farkı olmadığına emindi. Tüm dünyanın acılar çektiği bir zamanda hala televizyon karşısına geçip çay içerken keyifle otuyor olmasını hazmedemiyordu bir türlü.
Virüs etrafa yayılmadan önce de hayallerindeki hayatı yaşamıyordu ama en azından işe gidiyor, arkadaşlarıyla zaman geçiyor, bir şeyler için yaşadığına inanıyordu. Şimdiyse bir ayıya hizmet etmekten başka bir şey yapmıyordu. Ateşin üzerine düşen su damlacıklarının çıkardığı sesle bir kez daha dalıp gittiği düşüncelerden gerçek dünyaya çekiliverdi. “Kız su taşıyor kııız. Hümeyra! Yanında dururken nasıl çay suyunu taşırıyorsun anlamıyorum lan. Valla bu kadar beceriksiz olduğunu bilseydim almazdım seni. ğhıh ğhıhh..” (Heh şimdi bir domuzdan hiçbir farkı kalmadı işte).
İçinde iki çay bardağı olan tepsiyi ortadaki sehpaya koydu. Kendi çay bardağını içinden alıp köşedeki kanepeye oturdu. Tüm işleri kendisi yaptığı için kocasının dibine kadar götürmüyordu çayını. Bu da onun kendi anarşik hareketiydi. Halbuki gençliğinde öyle miydi? Kimlere kafa tutmuş, kaç kere patronlarına boyun eğmediği için işini değiştirmek zorunda kalmıştı…
“Kız Hümeyra, gel yanıma öyle uzağa oturma laa.” İlk evlendiklerinde de böyle kaba birimiydi bu adam? Yoksa zamanla mı değişmişti? Sadece 4 yıl öncesini hatırlayamıyor olması çok garipti. O zamanlar onun güçlü duruşuna, delikanlı tavırlarına hayran olmuştu. Kendisini hiçbir zorunlukla baş başa bırakmayacağına emindi. Gerçekten de her zaman tüm sorunlara göğüs geren kocası olmuştu. Ama sorunun ta kendisinin kocası olacağını hiç tahmin edememişti Hümeyra.
“Gel kıız! Bak hele belki bu dünyaya bir varis bırakmanın zamanı gelmiştir. Ne dersin? Sonuçta insanlık olarak soyumuzu sürdürmemiz gerekiyor öyle değil mi? ğhıh ğhıh hıh.”
“Saçmalama Hamit. Duymuyor musun? Kesinlikle gebe kalmaktan kaçının, hastanelerde şu an bu durumu karşılayacak altyapı yok diyorlar. hem bu dünyaya bir çocuk getirmek istediğine emin misin? Görmüyor musun insanların çektikleri çileleri?”
“Nolcak sanki bir tane çocuğunu da dünyaya getiremeyecekler mi? Kimse çocuk doğurmazsa insanlık nasıl devam edecek?”
“Etmesin bize ne? Hem başım ağrıyor benim yoruldum.”
“Yahu ne yaptın da yoruldun sanki? Tüm gün evdesin zaten.” oturduğu koltuktan kalkıp Hümeyra’nın yanına yaklaştı.
Bu anı önceden de yaşamıştı. Karşı koyarsa eşinin öfkesine, hatta belki de şiddetine maruz kalacaktı. Karşı koymazsa hem kendinden hem de bu adamdan biraz daha fazla tiksinecekti. “Hayır! İstemiyorum! Zaten her gün evdeyiz bugün istemiyorum. Git televizyonunu izlemeye devam et.”
“Her gün evdeyiz ama günlerdir kendine dokundurttuğun yok. Gel yanaş yanıma hadi.”
“Hayır! Bir gün daha bekle o zaman.”
“Eeh bir gün bir gün diye diye kaç gün geçirmeyi planlıyorsun.” Hümeyranın üzerine doğru ağırlığını verdi.
Kadın, halsizliğine rağmen kocasının ağırlığından kurtulup kenarı attı kendini. Adam kadını belinden yakaladı ve kanepeye yüzü koyu ittirdi. Eşortmanını sıyırdı ve kalçalarını avuçlamaya başladı. “Demek ki sen de böyle fantezilerden hoşlanıyorsun. ğhıh ğhıh.”
Hümeyra hareket edemiyor, içi içine sığmıyordu. Keşke virüsün kendine de bulaşmış olmasını diledi. Şimdiye kadar ölmüş olsaydı, en azından daha huzurlu olabilirdi. Başka şeyler düşünmeye çalışıyordu ama Saçından çekiştiren, kalçasını tokatlayan adam buna bile izin vermiyordu.
Bir anda bağırmaya başladı. Buna dayanamayacaktı. Adamı üzerinden atmaya çalıştıysa da başaramadı. Bir fırsatını bulup dönmeyi başardı. (Belki de adam farklı bir pozisyon istediği için dönmesine yardımcı olmuştu. Bilemezdi. Hiçbir zaman da bilemeyecekti.) Dönerken eline takılan vazoyu tüm gücüyle üzerindeki adamın kafasına vurdu. Düşünmeden hareket ediyordu ama artık olacaklardan çekinmiyordu. Adam kafasına aldığı darbeyle ayakta sendelemeye başladı. Geriye doğru bir iki adım attıktan sonra inik olan pantolonu ayaklarına dolandı. O an olanlar sanki saatler sürmüş gibi geldi Hümeyra’ya ama sadece 2 saniye sürmüştü. Dikdörtgen masaya doğru devrilen adamın kafası köşeye o kadar sert çarptı ki kafa tasının çatlarken çıkardığı sesi duyduğunu düşündü kadın.
Eşortmanını toplarken bir adamın yüzüne bir de kafasının arkasından süzülen kanlara bakıyordu. Eli ayağı titriyordu ama korkmuyordu. Adamın yere uzanan bedenin üzerinden uzun bir adımla geçip odasına gitti. Ölmek üzere olduğundan emindi ve bunun için hiçbir şey yapmayacaktı. Sabah olunca da 112’yi arayıp kocasını sabah bu şekilde bulduğunu anlatacaktı. İnanıp inanmamaları umrunda da değildi…